30 Mayıs 2009 Cumartesi

Türkiye Üzerinde Oynanan Oyunlar

Türk ekonomisi ve siyaseti ile her zaman yakından ilgilenen Yahudilerin, neden Türkiye’yi Ortadoğu ateşinin içine
çekmek istediklerini anlamak için bu yazıyı iyi okumanızı öneririz.
1880 yılında İstanbul’a gelen ve burada öğretmelik yapan Bertrand Bareilles’in 1917 yılında kaleme aldığı
“İstanbul’un Frenk ve Levanten Mahalleleri” adlı kitabında Türkiye’de yaşayan Yahudilere geniş yer ayırıyor.
Bareilles kitabında, Yahudilerin Filistinle birlikte hedefleri arasında Türkiye’nin de bulunduğuna işaret
ediyor.
Türkiye’de Yahudi cemaati gelişmektedir, ama düne kadar bu gelişme sadece manevi düzeydeydi. Zaten maddi
gelişmeden söz etmek yersiz olurdu. Çünkü Fransa’nın gönderdiğinden başka parası olmayan bu ülkede kimse servet
yapamıyordu. Ayrıca Yahudi, kökleri bizim büyük Devletimiz’den çıkan liberal kurumlara uzanan bir toplumsal
konumdan yararlanıyordu. Bunu, Evrensel İsrail Birliği’nin kurucusu Charles Netter’e, birçok yönden Tevrat’ta ki
yargıçlarınkine benzer bir politikanın temellerini atan Hirsch’lere, Rotschild’lere borçluydu. Birlik okulları Yahudiliğin
gelişimine büyük katkılarda bulundu. Yahudi, önyargıların ve kötü niyetlerin kendisini hapsettiği aşağı konumdan
yavaş yavaş çıktı. Türkiye’de Yahudi milleti içinde özellikle iş alanındaki becerileriyle sivrilen çok sayıda insan
bulunmakta ve bunların politikası, dünya çapındaki bir politikayla uyum içinde işlediğinden etkili olmaktadır. Bugün
Yahudi ırkı sınır farkı tanımayan bir aile gibidir. Diğer milletler birer aileler toplamı iken Yahudilerin bir kardeşler
toplumu olduğunu söyleyen Pascal, her zamankinden çok doğrulanmaktadır.
Yahudiler herkesle iş yapar, ama dostlukları sadece kendi içindedir. Dışlayıcı ve kendi içlerine kapalıdırlar; kuşkusuz
bunda dinlerinin de payı vardır. Ama ırksal içgüdülerinin en önemli göstergelerinden birine dönüşen kendini savunma
gereksinimi de unutmamak gerekir. Dünyada daha etkili bir dayanışma ruhuna sahip, insanların birbirine daha çok
omuz verdiği başka bir cemaat yoktur. Öyle ki onları ilgilendirebilecek her olay bu cemaatte önemli yankı bulur.
Alışkın bir göz insanların tavırlarındaki heyecandan bu olayları ve yankılarını ayırt edebilir. Bu gözlem kuşkusuz diğer
cemaatler içinde yapılabilir, ama Yahudilerde iş çok daha belirginleşir. Kendilerini etkisi olmayacak her şeye karşı
ilgisiz kalırlar; olaylarla ancak kendi hedeflerine ya da çıkarlarına uydukları oranda ilgilenirler. Gerek koşullardan
yararlanmak, gerekse sorumluluktan kaçmak konusunda çok beceriklidirler; kimi zaman hiç belli etmeden yabancı
aracılar kullanarak işlerine gelecek kimi olayları kışkırttıkları bile görülür.
Politikaları hep aynıdır; ama önlerine koydukları hedefe olaşmak için başvurdukları araçlar ve formüller
sadece koşullara göre değil, aynı zamanda bir ülkeden diğerine ve ortamdan ortama değişebilir.
Türkiye’de nüfuz merkezleri Selanik ve eylemlerinin temel dayanağı dönme denen müslüman Yahudilerdi. Dönme
İsraillinin onu kendinden kabul edeceği kadar Sami kalmış ama türkün güvenini kazanacak kadar da Müslümanlaşmıştı.
Cahit’ler ve Cavit’ler dönmedir.
Şu arada Yahudilerle Türkler arasında süren ateşkes döneminde, Türkler Siyonist girişimin hedeflerinden habersiz
değildir. Her zaman iyi haber alan Türk etrafında olup biten her şeyi bilir; çünkü ayakta kalabilmek için, maddi
kaynaklarından çok, incelik ve kurnazlığın eşit dozlarda kullanıldığı diplomatik yeteneklerine güvenir. Rusya’nın
ezilmesi ve bugüne kadar kendisine hizmet eden ama artık bağımsızlıktan başka bir şey düşünmeyen ırkların kökten
yok edilmesi sonucunda, İsrail halkı daha hedefini gerçekleştiremeden kendi emellerine ulaşabileceğini
hesaplamaktadır. İsrail halkının bu emellerine göz yumar görülmekte böylece bekleyiş döneminde Yahudiliğin çeşitli
güçlerinden yararlanma olanağı bulmaktadır. Bu anlaşma, kendisine ayakta tutan hayaller yaşadıkça sürecektir.
Bugün Abdülhamid’i deviren darbenin örgütlenmesinde ve Türk işlerinin yönetiminde Yahudilerin oynadığı rolü herkes
biliyor. İttihat ve Terakki Cemiyeti dönmelerden oluşuyordu. Resmi yayın organı Tanin, bir dönme olan Hüseyin Cahit
tarafından yönetiliyordu. Cemiyetin diğer yayın organı olan ve Fransızca basılan Jeune Turc, Siyonizm tarafından
finanse ediliyor ve içinde Yahudiler de çalışıyordu. Düzenbaz Cavit de en az diğerleri kadar dönme idi. En çeşitli
yetkilerle donatılmış ve daha önce işitilmemiş bir şekilde, Yıldız’a gidip Halife’ye milletin artık kendisi istemediğini
bildiren parlamento heyeti içinde de yer alan mebus Karasu da Yahudi idi. 1914′den beri, yazı işleri müdürlüğünde
kalan Hüseyin Cahid’in yerini alan ve Tanin’in başyazarı olan Salomon Efendi’nin de bir Yahudi olduğunu belirtelim.
Tüm giz perdeleri henüz kaldırılmamıştır. Ama 8 Temmuz 1908 darbesinden beri Türkiye’de yaşanan olayların
öncesinde ve sonrasında yer alan entrikalar bunların gerçekleştirilmesinde Yahudi-Alman girişimlerinin payı hakkında
bir fikir vermektedir. Times ‘ın Viyana muhabiri Mr. Steed bu anlaşmanın en önemli olayının Reval görüşmesinin
ertesinde, 1908in haziran başında Çar ve Kral Edward’ın yanlarında Isvolsky ve Sir Charles Hardinge ile birlikte, genel
bir vali atanmasını öngören Makedonya reform programı üzerinde anlaşmaya varmalarıyla yaşandığını söyleyecektir.
“Almanya’nın” ve Avusturya-Maceristan’ın Alman-Yahudi basını bu görüşmeyi mevcut statükoya karşı bir komplo
olarak suçladı ve sultanın egemenlik haklarına ve toprakları üzerindeki idari otoritesine karşı, püskürtülmesi gereken
bir saldırı olarak niteledi. Jön Türklerin Abdülhamid’e karşı örgütlenmesinde toplantı yeri olarak kullanılan Selanik ve
Makedonya’nın tüm mason localarında Reval görüşmesi hakkında bu Avusturya-Alman yorumu yaygınlaşmıştı ve
Osmanlı imparatorluğu’nu tehdit eden bu yeni tehlike karşısında eylemi hızlandırmak gerektiğinden söz ediliyordu. 24
Temmuz’da Türk isyanı patladı. Barutu ateşleyen fitil, Abdülhamid’in komployu ortaya çıkarması oldu.
Ama günü gününe izlenebilen birbirini destekleyen ilk olaylara dönelim. 1896′da Dr. Herzel Berlin’de Siyonist
Cemiyeti’ni kuruyordu. Ertesi yıl Kayzer o gürültülü Doğu gezisini gerçekleştiriyordu. Bunun hemen ardından Yahudi
kolonizasyon tasarılarının gerçekleşmesi için çalışmalar başlıyor, ama bunu ilke olarak kabul eden Abdülhamid o
kuşkulu kişiliyi ile tasarının hayat geçirilmesini engellemeye uğraşıyordu. Tüm vaatlerine karşın, yavaş yavaş tarım
kolonileri kurulan Hayfa ve Saron bölgelerine Rusya’dan ve Galiçya’dan akın etmeye başlayan Yahudilere toprak
satılmasına karşı çıkıyordu. Özellikler bu toplulukların kendi seçtikleri noktalarda büyük kalabalıklar halinde
yığılmasına izin vermeyi reddediyordu. Sultanın Panislamist propagandayı yürüten Arap şeyhlerinin temkinli
önerilerine kulak verdiğini biliyorum. Ama bu durum söz konusu girişimi hazırlayanların işine gelmiyordu. Türk
yetkililere, “göçmenlere bireylerin ve ailelerin ayrılmasının şart koşulmaması gerektiğini çünkü bir Yahudi’nin dini
görevlerini yerine getirmek için kendi dindaşları arasında yaşamak zorunda olduğunu” anlatabilmek için müdahale
etmeleri gerektiğine inandılar. Jön Türkler iktidara gelince her şey değişti. Siyonist önderler daha büyük bir
dayatmacılıkla bu sorunu gündeme getirdiler, ama şimdi tartışmasız bir güce dayanan bir örgüte uygun düşecek bir
otorite ve haber alma kaynaklarına sahip olduklarını gösteren bir güven ile konuşuyorlardı. Babıali’ye gönderdikleri bir
notada, Türkiye eğer Yahudi göçüne izin verirse “başka ülkelerde yüksek mevkilerde bulunan dindaşlarımız, kendi
ülkelerine karşı görevlerini aksatmamak koşulu ile tüm nüfuzlarını Meşruti Osmanlı hükümetinin siyasal ve ekonomik
ilerlemeleri hizmetine sunabilir. Yahudiler ile Türkiye arasında bu ittifakın kurulmasını kurulmasına girişecek olan
Osmanlı devlet adamları, milletimizin şükran ve minnetini elde edebileceklerinden emin olabilirler. Yahudi dünyasının
bağlılığı ve dostluğu konusunda gerekli sözleri ve güvenceleri verebiliriz; bizim tavsiyelerimizin ve dileklerimizin bu
dünyayı yöneten kişiler ve çevreler tarafından olumlu karşılanacağına eminiz.” Bu çağrıya kulak verildi ve Yahudilerin
yeni koloniler kurmak üzere hemen Filistin’de toprak satın alma pazarlıklarına giriştikleri görüldü. Taberiye kentinden
Safed’e kadar uzanan bir bölgede, Taberiye gölünü çevreleyen ve Ürdün nehri boyunca Eriha’ya kadar inen bir alanda
hatırı sayılır toprakların sahibi olacaklardı. Savaş arifesinde yeterli halkın özellikle de Dürzilerin tüm muhalefetine
karşı, topraklarını Suriye’ye doğru genişletmişlerdi.
Bu derneklerin ne olduğunu, kredilerinin nereden kaynaklandığını, kimler tarafından yönetildiklerini bugün artık herkes
biliyor. Yinede bunların Alman Yahudilerinden oluştuğunu belirtelim ve aidiyetin onların yüksek mevkilerde bulunan
diğer ülkelerin Yahudileri adına, onları yöneten çevreler tarafından kendilerine karşı çıkılmayacağına güvenerek,
yabancı bir hükümetle anlaşmaya girmelerini engellemediğinin de altını çizelim. Her yerde kolları olan bu dernekler
–sadece Amerika’dan söz edecek olursak- gerçekten de Kahn, Loeb Kumpanyası ve onların denetimindeki Felix
Warburg, James Speyer gibi güçlü mali kuruluşlara dayanıyorlardı. İngiltere’de Banker Cassel’e ve Jön Türklerin
çıkarlarına bağlılığıyla dikkat çeken Adam Block’a ve Rusya’nın güçlü Musevi örgütlerine dayanıyordu. Bu ittifak
Babıali’ye bir ayağının Alman müttefikinde diğerinin de olası rakiplerinde olması avantajını sağlıyordu. Bilgenin dediği
gibi, dostlarınızın sayısını asla yeterli bulmamalısınız.
Siyanist emellerin Jacobson’lara Eikus’lar ve Morgenthau’lar tarafından temsil edilen yürütme organları da uluslararası
nitelikte idi. İstanbul’da elçi olan Morgenthau, 1 Temmuz 1916′da şu haberi yayınlayan Le Peuple Juif gazetesine
bakılacak olursa, zamanını boşa harcamıyordu: “Morgenthau, 21 Mayısta Cincinnati’de yaptığı bir konuşmada,
savaştan sonra Filistin’in Siyonistlere bırakılması sorununu kısa bir süre önce Osmanlı hükümeti ile görüştüğünü
açıkladı. Açılımları Türk nazırları tarafından çok olumlu karşılanmıştı. Rakamlar önerildi ve bir Filistin cumhuriyeti
kurmanın yararları tartışıldı.” Ve gazete konuşma haberinin ardından şu yorumu yapıyordu: “tüm dünya Yahudileri
güncel olayları diğer halklardan daha umutlu bir şekilde izlemekte haklıdır; çünkü tam bağımsız bir vatana kavuşma
şansları oldukça yüksektir.” Morgenthau bu konuşmayı yaparken, savaşta taraf olan bir devletin top atışlarıyla
imzaladığı bir anlaşmanın yazgısından pek kaygılanmadığı anlaşılıyor; ama Wilson sahneye çıkınca herhalde kendine
sormuştur. Zaten başka etkenler de bu konuda imdada yetişti. Jön Türk hareketini yönettikleri sürece her türlü Siyonist
gösteriden sakınan Selanik Yahudileri, Yunan uyruğuna geçtikten sonra bu temkinli tutumu bir yana bırakıp, General
Sarrail’in iyi niyetli süngülerinin gölgesinde geçek kimliklerini ortaya koyabileceklerini düşündüler.
Bu kentin bir gazetesinde çıkan habere göre, “17 Nisan 5677′de (9 Nisan 1977)” yıllık Yom Aşokel [Kipur?] bayramını
kutlamak için toplanan 3000 kadar Selanikli Siyonist içinde bulunan günlerin İsrail halkının hak etmediği felaketlerin
sona ermesinde ve binlerce yıllık umutlarının gerçekleşmesinde ne kadar büyük bir önem taşıdığının bilincinde olarak,
halkların en eskisine karşı olan adalet borcunun ödenmesi, Yahudi milletinin tarihsel toprakları olan Filistin’de dirilmesi
için Yahudi olmayan dünyanın tüm seçkin yüreklerinin sıcak desteğini bekliyorlar.” Bundan iyisi can sağlığı; ama bu
çağrının elçinin [Morgenthau] tek yanlı oyunlarının biraz fazla küçümsediği İtilaf güçlerini yumuşatmayı hedeflediği
açıktır. “seçkin yürekler”in desteği istenmektedir. Çünkü hedeflerin gerçekleştirilmesinde artık sadece Almanya’nın
gücüne dayanarak başarı sağlanamayacağı anlaşılmıştır. Bu hedeflerin Müslüman önyargılarını ayaklandırmaktan öte
sadece Fransa’nın değil –sadece Fransa olsa pek önemli sayılmazdı- İngiltere’nin de çıkarlarına ters düşeceği, Hint
Okyanusu’na açılan büyük ulaşım yolları üstüne Töton kültüründen gelme unsurların yerleşmesini İngiltere’nin hoş
karşılamayacağı düşünülmüştü. Yaşlı kıtaların göbek deliğini oluşturan Suriye ve Mezopotamya’nın, Ön Asya’nın geri
kalanının çok daha önemli olduklarını, tüm kapıların bu anahtarlarla açıldığını İngiltere, Fransızlardan daha iyi bilir.
Üstelik İngiltere, bu tasarıyı kabullenmek istese bile, müttefiki olduklarını açıklayan Arapların duygularını incitmeyi
göze alabilir mi? Tevrat çağına dek uzanan bir hakka sahip olduklarını ileri süren bir takım yabancıların gelip
–Kızılderililere yapıldığı gibi- topraklarını ellerinde almaları karşısında Araplar susacak mıdır? Ve niye toprakları
ellerinden alınacaktır? O kadar uzun süre başkalarının yanında yaşayan İsrail, sonuçta kendi ırkından bir başka unsurun
yanında yaşamasını niye hoşgörüyle karşılamayacaktır ? Filistin’e geri dönüşün mutlaka Amuriyelilerin ve Moabitlerin
sürülmesiyle birlikte mi düşünmek gerekir?
Siyonizmin Türkiye’yi, sonucu ne olursa olsun, ancak tabut içinde çıkabileceği bir savaşa itmesinin altında Davud’un
tahtının yeniden kurulmasının İslam için de yaratacağı güçlükleri aşma öngörüsü yok mudur? Güçlü sermayelerin
kullanılması ile nüfusu ve kendisi yenilenecek bir Türkiye, Yahuda topraklarında kurulacak bir Yahudi cumhuriyetine
geçiş yolu olacaktır. Planları hazırlayanlar Siyonist sorunu bu şekilde çözülmesini düşünmüş olmalıdır. Yahudi’nin
toprakta çalışmaktan tiksinmesi gibi diğer engelleri bir yana bırakacak olursak, bu çözümün en azından tüm dünyaya
dağılmış durumdaki on iki milyon Yahudi’yi Yahuda krallığı dar çerçevesi, içine sokmanın olanaksızlığından
kaynaklanan güçlükleri –Yahudi karşıtları bu güçlükleri ustaca istismar etmektedir- aşma avantajı sağladığı kabul
edilmelidir. Kimi olgularca da inanılır kılınan bazı söylentilere bakılırsa Siyonist, sadece Tapınağını kuracağı ve iki bin
yıllık bir aradan sonra Tanrı’ya yeniden sunmaya başlayacağı yakılmış kurbanların dumanlarının tüteceği kayalık
Filistin’i değil, kullanılmamış zenginlikleriyle, stratejik noktalarıyla, Akdeniz’in bir Güney Baltık denizine dönüşmesini
engelleyen ulaşım yollarıyla tüm Türkiye’yi istemektedir.
Bununla birlikte, kendi evinde oturmak istemesine karşı başkalarının yanında yaşamayı sürdüren bir ulusun ebedi
sorunu muhalefetleri artırarak çözülemeyeceğini görmek gerekir. Bu oyunda İsrail, sadece eski, zararsız ve zaten
hayırseverlik bilinci ile yumuşatılmış önyargılardan değil, hiçbir zaman affetmeyen yeni kıskançlık ve kinlerden
beslenen acı düşmanlılar yaratmıştır kendine. Gerçi Almanya, İsrail’in artık işine yaramadığını düşündüğü, bu nedenle
zaten ilk işaretini ve örneğini de kendisinin verdiği Yahudi karşıtı duyguları canlandırma kararı aldığı gün Yahudilerin
durumu iyice kötüleşecektir. Çünkü Almanya’nın hoşgörüsü sadece koşullara bağlıdır ve kısa vadede tüm dünyayı
önünde diz çöktüreceğini düşündüğü anlaşmalara dayalı kısa bir ateşkesten başka bir şey değildir.
Bu makale Bertrand Bareilles’in Güncel Yayıncılık tarafından basılan “İstanbul’un Frenk ve Levanten
Mahalleleri” adlı kitabından özetlenerek alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder